Peki, bu izolasyon ve ambargolar Kıbrıs Türk toplumunu ne kadar etkiliyor? Bir başka sorum, tek derdimiz bu mu? İ
1963 ve 1974 sonrası yaşanan buhranlardan sonra, Kıbrıs Türk halkı, kendi toplumsal varlığını sürdürebilmek için bazı devletler kurdu. Ancak Başpiskopos Makarios'un bu devletlere uygulamış olduğu ekonomik, siyasal vb. izolasyon ve ambargolar, 15 Kasım 1983 tarihinde kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne de halen uluslararası kapsamda (istisnalar dışında) uygulanıyor.
Peki, bu izolasyon ve ambargolar Kıbrıs Türk toplumunu ne kadar etkiliyor? Bir başka sorum, tek derdimiz bu mu? İkinci sorumun cevabı hayır.
Gelelim ilk sorumun cevabına. İzolasyon ve ambargolar normalde son derece olumsuz etkiler yaratır. Zira, en azından, uluslararası ekonomik işbirliği içinde yaşamak zorundayız. Devlete uygulanan fakat toplumu hedef alma niyeti olmayan bu izolasyon ve ambargolar, öyle ya da böyle bizleri olumsuz etkiliyor. Niyet, K.K.T.C'nin ortadan kaldırılması ve Kıbrıs Cumhuriyeti altında Kıbrıslı Türklerin yaşaması. Ancak, bu henüz pek mümkün olduğu söylenemez, çünkü Kıbrıs sorununa kalıcı çözüm bulma çalışmaları altında yapılan çalışmalarda bir taraf ya federasyon ya da iki devletli çözüm dediği için mutabakat sağlanamadı. Kaldı ki, bu kısır döngü hem adanın kuzeyini hem de güneyini olumsuz etkiliyor. Uluslararası arenada, iki devletli çözüm önerisinin sadece (kısmen de olsa) Türk toplumları tarafından kabul görmesi, Kıbrıs sorununu nasıl tetikler? Bu da diğer bir soru.
Daha önce söylediğim gibi, sıkıntı uluslararası. Daha da önemlisi, K.K.T.C'nin bu arenada ve uluslararası standartlarda yetersiz kalması, ekonomik anlamda Kıbrıs Türk toplumu için son derece büyük bir faciadır. Bunun sebebi, gayet aşikar bir şekilde, maalesef buranın standartlarının uluslararası olanlara karşı son derece geri kalması. Örneğin, en başta eğitim. Önceki yazılarımın birinde belirttiğim gibi, ülkemizde halen tam zamanlı eğitim tartışması vardır. Hem de böyle bir eğitim düzenine geçilmemesine rağmen. Dahası, birçok devlet ilk ve ortaöğretim okullarında İngilizce dili eğitimi yetersiz. Az geçmişte, mantar gibi kabaran üniversiteler yüzünden, kişi başına bir üniversite düşüyor. Üstelik çok fazla bölüm YÖK tarafından onaylı değil. Bu özel sektör üniversiteleri kendi tüzüklerini kendileri koyuyor.
İkinci konu iş gücü ve ekonomi. Ülkemizde yeterinden çok fazla üniversite mezunu var. Yeterinden fazla kamu görevlisi var. Yeterinden fazla yabancı uyruklu işçi varken, neredeyse yerli işçi yok! Alım gücü çok düşük ve marketlerde yeteri kadar denetim yok. Fırsatçılık halen kol geziyor ve müdahale edilemiyor. Asgari ücret açlık sınırının altında. Her artışta, birçok şeye zaten zam geliyor, ne anladık deniliyor.
Toplu taşımacılık çok zayıf. Ancak insandan çok araba var! Trafik kazalarının artışının sebeplerinden bir tanesi de bu. Öyle ki, kusura bakmayın ama köyündeki bakkala arabayla giden var. Köylerde dahi sağa sola park edilmiş arabalardan adım atacak yer yok. Tırnak kadar olan ülkede bu kadar arabaya ne gerek var? Zorunlu taşıt sigortaları zaten pahalı, akaryakıt pahalı, muayene, ehliyet ve seyrüsefer harçları yanlışım yoksa %85 oranında zamlandı veya zamlanacak. Allah'tan geçen haftalarda zamsız olarak üç yıllık ehliyet yenilemeye 3.000 TL civarı ödedim. Yazıklar olsun! Asgari ücretle zar zor geçinen aileler ne yapacak bu gidişle? Kaldı ki, zaten her asgari ücret artışı için müzakere edildiğinde, işveren sendikası ağlıyor, işveren ağlıyor. Yok batarız, yok çok fazla çalışanı işten çıkarırız, falan filan. Birçoğunun niyeti, ucuz işçi çalıştırmak.
Gelelim ucuz et ithali tartışmasına. Eylemler, protestolar, manifestolar, ardı ardına... Hiçbir şey değişmedi. Hükümet ucuz et ithaline onay verdi. Tabi, bu karar, ülke çapında çok çeşitli tartışmalara yol açtı. Hatta, kimisi bu protestoların, üreticinin mağdur olmasına rağmen abartılı olduğunu dile getirdi. Atıl vaziyette olan çok fazla tarla var. Üretim kıt. Bu tarlaların birçoğu Rum malı. Hadi bekleyin Kıbrıs sorunu çözülünce, bakalım ne olacak? Ne çözülecekse artık. Kimisi, farklı söylemler dile getirdi. Mesela, konu nezdinde, tarım sistemimizin ya güneye ya da Türkiye'ye entegre edilmesi gerektiğini savunan oldu. Yani, ne ucuz et ithali ne de şu anki mevcut sistemdeki (yerli üretime bağlı) fahiş et fiyatları ülke ekonomisine uygundur.
Alım gücü sorunu yanında, ayrıca haklı rekabet sıkıntıları da var. Belki de, bu sorun hükümetin yeteri kadar girişim veyahut yatırım teşviği vermemesinden kaynaklanıyor. Başımdan geçen bir olayı kısaca paylaşayım. Bundan yaklaşık beş sene önce, evimizin mutfağında tadilat yapmaya karar verdik. Mutfak dolaplarının değişmesi gerekiyordu. Marangoza kadar ayarladık. Fiyat dahi aldık. Marangoz bize fabrikadan malzemeyi kendisi alacağını belirtti. Günler oldu, haftalar oldu hatta ay. Haber yok. İşin kötü tarafı, tadilat sırasında eskimiş ve çürümeye yüz tutmuş dolaplar söküldü ve bu süreç içinde mağdur kaldık. Marangoz mahcup bir tavırla bize fabrikaya henüz Türkiye'den malzeme gelmediğini söylüyordu. Çünkü, civarda bu işleri yapan sadece birkaç fabrika var.
İşin özeti, işimiz nanay, değerli okurlar. Bu hükümet bir kazan dolusu çorbayı halkına birer tabak halinde bölüştürüp yediremiyor. Galiba, bu sözü daha önce söylemiştim. Bir de iki devletli çözüm diyor. İki devletli çözüm de demiyor aslında, dünyaya gözdağı vererek, K.K.T.C'yi tanıyın, Forever T.R.N.C diyor. Kendi içimizde suyunu kaybetmiş balığa döndük zaten. Dünyadan farklı bir gezegende yaşıyoruz. Hiçbir devletle uyum içinde değiliz. Gelen şikayetçi, giden şikayetçi, kalan göç ediyor. Aynı hamam aynı tas! Bize Allah acısın!